Çocuklar için tiyatro oyunu sahneye koymak için, ilk ihtiyacımız olan öncelikle gerçekten seyircimize, kendimize, birbirimize dair anlatmak istediğimiz bir konu, bir tema.

İşin ilginç yanı bazen bu tema size ilkin, kalbinizi çalan, ısrarla sahneye getirmek istediğiniz bir renk, bir doku, bir form, bir şarkı ya da bir görüntü olarak gelebilir. Bir hikâye sizi alır götürür ve nedenini bilemeyebilir ama peşine takılabilirsiniz. Eğer çok güçlü bir istekse ben genelde mutlaka orada bir şey olduğunu bilirim. Belki bembeyaz bir kuğu diye başlayıp bilim kurgu bir müzikalle sonuçlanabilir. Bunu bilemeyiz. İlham dedikleri belki de böyle bir şeydir.

Bu temalar, konular nereden geliyor? Kendi hayatımızdan, bitmiş, içimizde ve dışımızda süren çocukluğumuzdan,  gözlemlediğimiz durumlardan, çocukların hayatı ile ilgili isyan ettiğimiz durumlardan, onlara destek olmak istediğimiz çocuk yaşamı konularından geliyor.

Temalar, konular odağında kalarak “İnsan neden tiyatro yapar?” sorusunu “İnsan neden çocuk tiyatrosu yapar?” diyerek soruyorum ve ilk oyunlarımızın temalarına bakıyorum. Birincisi otobiyografik bir hikâye benim için; “Çirkin Ördek Yavrusu”. Belki de hepimizin hikâyesidir? 2000 yılında bugünkü reji kanavası ile obje tiyatrosu (o zamanlar obje tiyatrosu yaptığımı bilmiyordum tabii)  olarak yaptığım Çirkin Ördek uyarlaması. Bu oyun bugünlerde yeniden kuklaları değişerek son hâlini buluyor. Son metin “ötekileştirme üzerine bir tespit” sunan bir oyun oldu. (https://www.tarlafaresitiyatrosu.com/biz-cok-guzel-sarkilar-soyledik/)

Oyunlarımızdan biri; gülemeyen insanları, böyle yaşamanın mümkün olmadığını bilerek, onları güldürmeye koşan bir grup masalcıdan birinin yolculuğu, ikisinin buluşma hikâyesi olan “Neşe Dolu Bir Masal”. Son oyunlarımız ise Ayça Çağlayan’la çalıştığımız; müziğin, keşfin, bilmecenin çocuklarla buluştuğu  “Mi-fare’nin Orkestrası” ve çocukların evdeki konuları üzerine farklı bir çalışma olan “Ailecek”. Tiyatro ile yaşadığım yıllar içinde ortaya çıkan ve fakat kendi çocukluğumuza, geçmişte ve bugün var olan çocukluk hayatımıza bakarak, anlatmak için istek duyduğumuz konular işte.

Neden tiyatrocular dünyayı, insanı anlamak için düşünür, gözlem yapar, çokça okur ve araştırırlar? Çünkü tiyatronun iki asal öğesinden biri oyuncu ve diğeri de seyircidir. Seyircimizi ne denli tanır, dertlerini, özlemlerini, ihtiyaçlarını, arzularını kavrarsak o denli onlara dokunan işler yaparız. O zaman seyir alanı ve oyun alanı hemhal olur. Tiyatro yapıcısı, insanı çok derinden anlamak için uğraşmak durumundadır. Bir oyuncu için düşünürsek oyuncu ve seyirci arasındaki sevgi bağı; ilkin rolden ayrı, kendi olarak oyuncu-insandan seyir alanına sevginin akışı ile oluşur.

Çocuk tiyatrosunda da seyirci ile iletişim anlamında durum değişmiyor. Bunlardan hareketle biz sanat yapabilmek, bu çaba içinde olabilmek için; çocukların akıllarını eğip bükmek, bir bilgiyi yerleştirmek yerine, önce onların oyunlarımızda hayatlarından temalar, haller, duygular, düşlerle buluşmalarına aracı olabiliriz.

İnsan neye, neden güler, duygulanır hayat içinde ya da bir oyunu izlerken? Çünkü dokunur!

Güçlü tiyatro oyunları yaratmak için önerim; kendi hayatımızdan, çevremizden, çocuklardan çokça gerçek hikâyeler, gerçek anlar toplayalım. Sevdikleri sevmedikleri şeyler? Neden küserler? Neden barışırlar? Nelerin hayalini kurarlar?  Hatta bunları birbirimizle paylaşalım. Gerçeklere ihtiyacımız var!

Gerçekler derken nerede yaşadığımızı da unutmamalı değil mi? Anadolu’da, Türkiye’de yaşıyoruz. Toprakla, şehirle, mimariyle, seslerle, görüntülerle, renklerle, tarihle; geçmişi, bugünü, geleceğiyle sosyal bir varlıktır çocuk.

Kime ne için tiyatro yapıyoruz sorularını dinamik, esnek biçimde hep soracağız. Her zaman gözümüzü gönlümüzü, birbirimize ve dünyaya açık tutacağız. Her yerden ve içerden ve başka noktalardan bakacağız, tanımlayacağız ve çocukça heyecanımızı yansıtarak birbirimizle yepyeni dünyalar kuracağız.

Güzel iş mi? Çok güzel!

Hicran Çalı